11 Haziran 2019 Salı

Atatürk Ezanı, Kur’an'ı ve İbadet Etmeyi Yasakladı Yalanı


Bir çok Atatürk düşmanı Atatürk döneminde ibadet etmenin, ezanın okunmasının, Kur’an okunmasının yasak olduğunu söyler. Ama Atatürk döneminde hiçbir zaman ezan yasaklamadı, aksine Türkçe okundu. (1) (2) (3) Atatürk Kur'an'ı'da yasaklamadı. (4) (5) Aksine Türkçe'ye çevirdi. Bunun içinde 20.000 lira ödedi. İbadet etmeye gelince, ibadet etmek hiç bir zaman yasaklanmadı! Şimdi ezan, Kur’an ve İbadet etmenin yasaklanmadığına dair belgeler atmadan önce sizlere Atatürk'ün özel hafızı/hafızlarının bir kaç anısını göstermek isterim.

Atatürk Kadir Gecesi Ayasofya Camii’nde Mevlid Okutmuştu:
Yere Batan Camiinde okunan Yasin tercümesinden sonra Atatürk, beni huzurlarına çağırdılar, dediler ki:

“-Dinî merasim güzel olmuş, tebrik ederim. Halk büyük rağbet göstermiş. Cami küçük olduğu için fazla izdiham olmuş. Ayni merasimi Cuma günü Sultan Ahmet Camii’nde de tekrarlayınız.”

Bu direktifleri üzerine gereken hazırlıklar yapıldı. Cuma günü öğle namazından bir sat evvel dokuz hafızdan mürekkep bir heyet Sultan Ahmet Camiinde toplandılar. Camiin içinde ve dışında on bin kişiden fazla cemaat vardı. Fatih Camii hatibi Hafız Şevket Efendi tarafından hutbe okundu. Sonra Cuma namazı kılındı ve tekbir alınmaya başlandı. Cemaati teşkil eden on bin kişi tekbire iştirak etti. On bin hançerenin ilâhî bir vecd içinde aldığı tekbirler pek ulvî bir manzara arzediyordu.

Tekbir bittikten sonra Kur’ân-ı Kerimin bazı sûrelerinin Türkçe tercümeleri okundu. Mevlidi müteakip bir dua ile dinî merasim hitam buldu.

O akşam merasimin tafsilâtını Atatürk’e arz ettim. Halın merasime karşı gösterdiği alâkadan çok memnun kaldılar. Aynı merasimin Kadir Gecesi Ayasofya Camiinde de yapılmasını emir ettiler.
Aya Sofya Camiinde okunacak Mevlid, Türkiye’de ilk defa radyo ile yayınlanacaktı. 1932 senesi Ramazanının yirmi altıncı gecesi okunacak bu Mevlid için bütün hazırlıklar tamamlandı.

Akşam namazından sonra kapılar kapatıldı. İçerde ve dış avluda benzerine az rastlanan bir kalabalık vardı.

Ancak polisin yardımıyla müezzin mahfiline kadar gidebildik. Teravih namazını Hacı Faik Efendi kıldırdı. Namaz arasında ilâhi ve âyin-i şerif okundu. Hoparlörler camiin her tarafına konulmuştu. Bu dinî merasim Türkiye’den ilk defa radyo ile bütün dünyaya yayılıyordu.

Sıra Mevlide geldi. Yirmi hafızın iştirakiyle okunan Mevlid pek muhteşem ve ulvî oldu. Perde perde yükselen bu ilâhî nağmeler Aya Sofya Camiin cidarlarından Türkiye sathına ve bütün dünyaya yayılıyordu. Cemaat sanki büyülenmiş, gaşyolmuştu. Hele muazzam cemaatin de iştirak ettiği o tekbir sadaları, insana havalanacakmış gibi bir hafiflik hissi veriyordu. Bu ulvî ve ilâhî nağmeleri Atatürk de radyosu başında dinliyorlardı.

Ertesi akşam huzuruna çağıran Atatürk bana şunları söyledi:

“-Dinî merasimi radyodan takip ettim. Çok memnun ve mütehassis oldum. Arkadaşlarınız hafız beyleri yarın akşam saraya iftara davet ediyorum. Kendilerini haberdar ediniz.”

Atamın bu baha biçilmez iltifatları hayatımın en büyük manevî servetidir. (6) (7) (8) (8) (10)

Şimdi de Atatürk döneminde ezan, Kur’an ve İbadet etmenin yasaklanmadığına dair belgelere, şimdi size dönemin gazetelerini ve Hafız Yaşar Okur'un anıları ile ilgili belgeler atacağım:
































Şimdi de Hafız Yaşar Okur'un anılarına bakalım:









Şimdide Kur'an okumak yasaktı diyen arkadaşlar için Atatürk'ün hediye ettiği Kur'an'ları sizlerle paylaşacağım ama şunu da söyleyeyim Atatürk'ün döneminde onlarca din kitap çıkarıldı, +350.000 kitap dağıtıldı. (11) Neyse hiç uzatmadan Atatürk'ün hediye ettiği Kur'an'lara bakalım:




Not: Atatürk Kur'an hediye etmeyi çok severdi. (12) (13) (14)

Kaynaklar:

(1) Sinan Meydan, Atatürk İle Allah Arasında. 

(2) Sinan Meydan, Akl-ı Kemal, Cilt 4. 

(3) ataturkarsivi.blogspot.com 

(4) Sinan Meydan, Akl-ı Kemal, Cilt 4. 

(5) Sinan Meydan, Atatürk İle Allah Arasında. 

(6) Hafız Yaşar Okur, Atatürk'le 15 Yıl Dini Hatıralar. 

(7) Sinan Meydan, Akl-ı Kemal, Cilt 4.

(8) Sinan Meydan, Atatürk İle Allah Arasında.

(9) www.mustafakemalim.com

(10) www.isteataturk.com

(11) Sinan Meydan, Yüzyılın Kitabı.

(12) Sinan Meydan, Akl-ı Kemal, Cilt 4.

(13) Hafız Yaşar Okur, Atatürk'le 15 Yıl Dini Hatıralar.

(14) www.odatv.com

6 Haziran 2019 Perşembe

Atatürk "Hocaları Toptan Kaldırmadıkça Hiçbir İş Yapamayız" Dedi Yalanı


Fotoğrafta gördüğünüz gibi Kazım Karabekir'in hatıralarında yer alan bu anı da güya Atatürk "Hocaları toptan kaldırmadıkça hiçbir iş yapamayız" demiş. Bu yalana cevap vermeden önce şunu söyleyeyim: Karabekir'in Atatürk ve Din konusundaki hatıraları yalandır. (1) (2) Sitemde Karabekir'in hatıraları ile ilgili yazılarım da mevcut (3) (4) bu yazılarıma bakabilirsiniz. Hepiniz biliyorsunuz ki Karabekir ve Atatürk'ün dostluğu Cumhuriyet kurulduktan sonra bitmiştir. Karabekir Atatürk'ten öcünü almak için hatıralarında Atatürk aleyhine onlarca yalan uydurmuştur malesef... Ve bu yalanlar Atatürk düşmanlarının ağzında sakız olup duruyor... Neyse sözü uzatmaya gerek yok hemen bu yalana cevap verelim:

Şimdi Karabekir'in "Günlükler"ine bakalım: "19 Ağustos 1923 Pazar. Gazi Paşa, Latife Hanım ve İsmet Paşa akşam yemeğe geldiler. Ati programı hakkında saatlerce görüştük. İsmet, hocalan toptan kaldıralım diyor. Hocaları kaldırmadıkça bir iş yapamayız. Bugünkü kudretimizle bu inkilabı yapamazsak başka hiçbir zaman yapamayız..." (5) (6)

Görüldüğü gibi Karabekir günlüklerinde "Hocaları toptan kaldıralım!" ifadesini İsmet Paşa'nın söylediğini yazmıştır. Ancak gelin görün ki yıllar sonra yazdığı "Nutuk'a Cevaplar"da bu sözleri Atatürk'ün söylediğini yazacaktır. (7)

Yani Kazım Karabekir, İsmet İnönü'ye ait olan sözü, Atatürk söylemiş gibi hatıralarına geçirerek insanları kandırmış. Anlıyacağınız üzere "Hocaları Toptan Kaldırmadıkça Hiçbir İş Yapamayız" sözü İsmet İnönü'ye aittir. Atatürk'e ait değildir! (8) Şimdi not defterinde o gün yazılan anılar mı doğrudur, yoksa 10 yıl sonra Atatürk ve arkadaşlarına öfkeyle yazdığı yalan yanlış anılar mı? Karabekir'in hatıralarının yalan ve çelişkili olduğuna dair pek çok kanıt var. (9) (10) (11) Atatürk ve Din konusu ile ilgili bilgilenmek istiyorsanız, oradan buradan gördükleriniz ile bilgilenmeyin. Size Sinan Meydan'ın "Atatürk İle Allah Arasında" kitabını öneririm. Bu arada unutmadan Atatürk Karabekir'in hatıraları için "alçakça uydurulmuş!" demiştir. (12) (13)

Kaynaklar:

(1) Sinan Meydan, Panzehir, s. 93-112.

(2) Sinan Meydan, Atatürk'ü Anlamak İçin Nutuk'un Deşifresi, 4. bas., İstanbul, 2014, s. 515.

(3) https://ataturkarsivi.blogspot.com/2019/05/ataturk-kurandan-araboglunun-yaveleri.html?m=1

(4) https://ataturkarsivi.blogspot.com/2019/05/ataturk-dini-ve-namusu-olanlar.html?m=1

(5) Karabekir, Günlükler, C. II, s. 871.

(6) Sinan Meydan, Panzehir, s. 107.

(7) Karabekir, Nutuk'a Cevaplar, C. 12, s. 3833.

(8) Karabekir, Günlükler, C. II, s. 871.

(9) Sinan Meydan, Panzehir, s. 93-112.

(10) Sinan Meydan, Atatürk'ü Anlamak İçin Nutuk'un Deşifresi, 4. bas., İstanbul, 2014, s. 515.

(11) Osman Selim Kocahanoğlu, Atatürk-Karabekir Kavgası, Kurtuluş, Kuruluş ve Sonrası, 2. bas., İstanbul, 2013, s. 444.

(12) Sinan Meydan, Panzehir, s. 111.

(13) Uğur Mumcu, Kazım Karabekir Anlatıyor, 21. bas., İstanbul, 1998, s. 8, 9.


1 Haziran 2019 Cumartesi

Atatürk'ün Yazdığı İslam Tarihi: Akılcı ve Bilimsel


Prof. Celal Şengör diyor ki: "Üniversitenin
tahammül edemeyeceği tek şey gözlemle denetlenemeyen, mantıken tartışılmayan düşünce ürünlerinin değişmez gerçekler olarak öğretilmeye kalkılmasıdır. (...) Bir yandan dünyanın yedi günde yaratıldığına inanıp jeoloji öğrenmek nasıl mümkün değilse, diğer yandan Adem ile Havva efsanesine inanıp biyoloji yapmak da öyle mümkün değildir. Dünyanın üzerindeki yedi kat göğe inanıp astronomi yapmak ne denli olanaksızsa, nedenselliği Al-Gazali'nin yaptığı gibi reddedip fizik yapmak da o kadar mümkün değildir." (1) Yine Şengör'den okuyalım: "Bilimsel olmayan bir fikir, bilim öğreten bir derste ve müfredat programında olamaz. (...) Herhangi bir önermenin bilimsel olabiLmesi için betimlediği ve/veya açıkladığı gerçek dünya ile temas kurabilmesi gerekir." (2) "Deney veya gözlemle test edilemeyen her varsayım bilimdışıdır ve güvenilemez. Buna sicim teorisi de, test yolları önermeyen tüm sosyal kuramlar ve tüm dinler de dahildir. Test edilmesi mümkün olmayan fikirlerin peşine takılan herkes cehaleti peşinen kabullenmiş demektir. Cemiyet ise cahillere teslim edilemez." (3) Atatürk'ün öncelikli amacı da "cehaleti yenmek"tir. Bu nedenle Atatürkçü eğitim her şeyden önce bilimseldir. Bilimselliğin temelinde ise laiklik vardır. Atatürk, yeni Türkiye'de okullarda Türk çocuklarına okutulacak ders kitaplarının bilimsel, laik ve ulusal, dolayısıyla çağdaş olmasına büyük özen göstermiştir. Bu nedenle "Dinler Tarihi" ve onun içinde "İslam Tarihi ve Türkler" anlatılırken/yazılırken de bu "bilimsellik" ve "ulusallık" ölçülerinin göz ardı edilmemesini istemiştir. Atatürk tarih ders kitaplarındaki "İslam Tarihi ve Türkler" konusunun da dinsel kaynaklarla değil, tamamen "bilimsel" kaynaklarla, "belgelerle" anlatılmasını istemiştir. Ancak Atatürk'ün bu isteği tam olarak yerine getirilememiştir. Bunun üzerine Atatürk, oturmuş liselerde okutulacak olan "Tarih II, Orta Zamanlar" adlı kitabın "İslam Tarihinin Doğuşu ve Gelişimi" bölümünün önemli bir kısmını kendisi yazmıştır. (4) (5)

Afet İnan'a kulak verelim:
"Yalova'da çalışmalarda ele alınan konuyu da belirtmek isterim. İslam tarihi için hazırlanan yazıyı Atatürk iyi bulmamıştı. Onun için bana söylediği şu oldu: 'İslam tarihine ilişkin kitapları toplayınız. Yalova'ya götüreceğiz.' Bir sandık kitap oraya götürüldü. Ayrı ayrı kimselere bunları okuyup not almaları için vazifeler verildi. Ben de bunlardan bir kısmını okudum. Atatürk, özellikle Hz. Muhammed'in gazvelerini incelerken, onların haritalarını da kendisi çizmiştir." (6) Burada, peki ama Atatürk "İslam Tarihi" yazacak kadar bilgi, birikime sahip midir sorusu akla gelebilir. Evet, sahiptir. Şöyle ki: Atatürk'ün okuduğu 4289 kitaptan 16'i doğrudan dinle ilgilidir. Bunlardan 121'i doğrudan İslam diniyle, 21 'i diğer dinlerle, 19'u da din, toplum ve siyasetle ilgilidir. Özetlemek gerekirse Atatürk, Filibeli Ahmed Hilmi'nin "Allah'ı İnkar Mümkün müdür?", "Tarih-i İslam"; Bon Sens'in Abdullah Cevdet Çevirisi "Akl-ı Selim "; Cemil Sait'in "Kur'an-ı Kerim Tercümesi"; Ruşeni'nin "Din Yok Milliyet Var"; Ahmet Naim'in "Sahih-i Buhari ", "Kitabı Mukaddes "; Ziya Paşa'nın "Endülüs Tarihi"; R. Rozy'nin "İslam Tarihi Üzerine Deneme"; Ernst Haeckel'in "Din ve Evrim "; Corci Zeydan'ın "Medeniyet-i İslamiye Tarihi"; M. Şemsettin Günaltay'ın "İslam Tarihi"; Enrico Insabato'nun "İslam ve Müttefiklerinin Politikası" ve Leon Caetani'nin Hüseyin Cahit Yalçın tercümesi 9 ciltlik "İslam Tarihi" adlı eserlerini altını çizerek, sayfa kenarlarına notlar alarak okumuştur. (7) Atatürk bu okumalarında özellikle Leon Caetani'nin "İslam Tarihi" adlı kitabından etkilenmiştir. Caetani, İslam Tarihi'ne "dinsel" bir gözle değil "akılcı" ve "bilimsel" bir gözle yaklaşan biridir. Atatürk, "Tarih II" kitabında "İslamiyet'in Doğuşu " bölümünü yazarken daha çok Caetani'nin yazdıklarından yararlanmıştır. (8) (9)


Atatürk'ün "Tarih II" kitabı için Kur'an'la ilgili yazdıklarının bir kısmı şöyledir: "Muhammed'in bir melek ile ve Allah ile hakikaten konuşmuş olduğu kanaatinde bulunanlar olduğu gibi, Muhammed'in isteyerek böyle söylediğini de ileri sürenler olmuştur. Bu faraziyeleri bir kenara bırakmak ve meseleyi ilim ve mantık çerçevesi içinde mütalaa etmek daha doğru olur." (10) Daha önce de dikkat çektiğim gibi Atatürk burada açıkça İslam Tarihi'ne "faraziyelerle" değil, "ilim" ve "mantık" çerçevesinde bakmak gerektiğini belirtmiştir. Nitekim Atatürk "...Muhammed'in beyan ettiği sureler, uzun bir devirde dini tefekkürün mahsulü olmuştur," (11) diyerek, Kur'an'ın ortaya çıkışını da "akli" ve "mantıki" çerçevede açıklamaya çalışmıştır. Atatürk'ün katkılarıyla yazılan "Tarih II" kitabında "Kur'an ve Vahiy" başlığı altında Kur'an-ı Kerim'le ilgili ayrıntılı bilgilere yer verilmiştir: Kur'an'ın tanımından temel Kur'an kavramlarına, ayetlerin toplanmasından Kur'an'ın içeriğine kadar birçok Kur'an merkezli konu, alışılmışın dışında, bilimsel ve akıkı bir şekilde şöyle anlatılmıştır: "Muhammed'in peygamberliğinin başlangıcına dair birçok rivayet vardır. Bunlar pek çok efsaneye karışmıştır. Gerçekte Peygamberin ilk söylediği Kuran ayetinin ne olduğu kesin olarak bilinmemektedir..." (12) "Muhammed'in koyduğu esaslann toplu olduğu kitaba Kur'an denir. Bu esaslan ihtiva eden cümlelere ayet, ayetlerden mürekkep parçalara da sure derler. İslam rivayetlerinde bu ayetlerin Muhammed'e Cebrail adında bir melek aracılığıyla Allah tarafından vahiy, yani ilham edildiği kabul olunur." (13)

Hz. Muhammed'in sağlığında Kur'an ayetlerinin derilere, kemiklere, çömlek parçalarına, hurma dallarına yazıldığı ancak bir araya toplanamayıp ayrı ayrı parçalar halinde kaldığı, önce halife Ebubekir'in, son olarak da halife Osman'ın (656-664) Kur'an'ı topladığı, Kur'an toplanırken Fatiha suresi istisna, uzun surelerin başa, kısaların sona konulduğu, Kur'an surelerinin Mekke ve Medine'de söylendiği, Mekke ayetlerinin az çok hissi ve edebi, Medine ayetlerinin ise içerik olarak daha ciddi ancak edebi olarak Mekke'den zayıf olduğu belirtilmiştir. (14)
Sonra şöyle devam edilmiştir: "Kur'an'ın içindekiler başlıca üç bahisle incelenebilir:
Birincisi ve önemlisi, Allah'ın bir olduğuna ve O'ndan başka bir Allah olmadığına ve (Hz. Muhammed'in) O'nun resulü olduğuna inanmak.

İkincisi, hukuki hükümler ve ibadetler, Üçüncüsü, tarihe ait bilgilerdir." (15) 1400 yıl önce konulan hukuki kanunların yerine zaman içinde yeni kanunlar, usuller konulmak zorunda kalındığı, bunların da sonsuz olmayıp, zamanla değişmeye mahkum olduğu belirtilmiştir. Tarihe ait bilgilere gelince, yeni bilimlerin ortaya çıkardığı gerçeklerin yakın tarih bilgilerini bile temelinden sarstığı ifade edilmiştir. "İmana ait olan birinci esas sadeliği itibariyle gerçekten pek önemlidir. Bu esasın her muhatabın kabiliyetine göre izahında güçlük çekilmez." (16) Çok açıkça görüldüğü gibi Atatürk "İslamiyet'in Doğuşu ve Gelişimi" konusuna son derece akılcı ve bilimsel şekilde yaklaşmıştır.
- Kur'an surelerinin uzun bir dini tefekkürün ürünü olduğu,
- Peygamberin ilk söylediği Kur'an ayetinin kesin olarak bilinmediği,
- Muhammed'in koyduğu esasların toplu olduğu kitaba Kur'an dendiği biçimindeki değerlendirmeler neresinden bakılırsa bakılsın dinsel açıdan ezber bozan türdendir. Aslında konuya bilimsel açıdan bakılınca aşılmış "dinsel ezber"lerin bozulması çok doğaldır. Konuya sadece İslam dini açısından bakan sıradan bir Müslümanın bu değerlendirmeleri kabul etmesi imkansızdır. Ancak konuya bilimsel açıdan bakan, daha doğrusu buna cesaret edebilen bir Müslüman -hiç istemese de- eninde sonunda bu gerçeklerle yüzleşmek zorunda kalacaktır. Çünkü en azından şimdilik "Allah'tan vahiy alan peygamber!" dinsel bilgisini doğrulayacak hiçbir bilim; hiçbir bilimsel ölçü, yöntem ve bilgi yoktur. (17) Konuyu gerçekçi bir cesaretle şöyle örneklendirmek mümkündür: Dinsel açıdan bakınca, yani sadece vahyi dikkate alınca "Allah'ın kitabı!" olan Kur'an, konuya bilimsel açıdan bakınca, sadece pozitif bilimle, akıl ve mantık ölçüleriyle hareket edince "(Hz.) Muhammed'in kitabı!" olacaktır. Dolayısıyla lise tarih kitabında konuya bilimsel açıdan bakan Atatürk'ün "Muhammed'in koyduğu esaslann toplu olduğu kitaba Kur'an denir!" demesi "din düşmanlığı" değil tamamen bilimsel bir yaklaşımdır. İşte tam da burada yeniden Atatürk'ün sansürlenen mektubundaki "(ikra, bismi, Rabbi) safsatası" ifadesine dönersek, taşlar yerli yerine oturacaktır. Bilindiği gibi "ikra, bismi, Rabbi" ilkesi vahiy kaynaklı dinsel bilgilere göre Kur'an'ın ilk emridir (Rabbinin adıyla oku). Ancak bu dinsel bilgiyi doğrulayacak herhangi bir bilimsel veri -en azından şimdilik- yoktur. Yani bir anlamda Atatürk'ün laiklik anlayışında sadece din ve devlet işleri değil, din ve bilim işleri de birbirinden ayrılmıştır. Burada en temel sıkıntı, dinsel kültürün ve alışkanlıkların bilimin gelişmesini engellemesidir. Ancak Atatürk hurafelerden arındırılmış, sadeleştirilmiş, özleştirilmiş, Türkçe, yani anlaşılan bir İslam dininin akla ve bilime fazla engel olmayacağı düşüncesindedir. Ayrıca İslam dininin özü itibariyle de "akılcı" bir din olduğunu söylemektedir. (18) (19) (20) (21)


Şu sözler Atatürk'ündür:
"Bilhassa bizim dinimiz için herkesin elinde bir değer ölçüsü vardır. Bu değer ölçüsü ile hangi şeyin bu dine uygun olup olmadığını kolayca anlayabilirsiniz. Hangi şey ki akla, mantığa, milletin menfaatine, İslam'ın menfaatine uygunsa, kimseye sormayın, o şey dinidir." (22) Söz konusu bilim, bilimsel kitaplar olunca bu kitaplarda dini konulara bile mutlaka akılcı ve bilimsel pencereden bakan, gerektiğinde dinleri de eleştiren Atatürk, söz konusu din, dinsel kitaplar olunca dini konulara yine "akılcı" ancak bu sefer dinsel pencereden bakmıştır. Örneğin Atatürk'ün hazırlattığı ve ilkokullarda okutulan "Cumhuriyet çocuğunun Din Dersleri" adlı kitapta, yine Atatürk'ün hazırlattığı ve orduda okutulan "Askeri Din Dersleri" adlı kitapta ve Atatürk'ün Diyanet İşleri'nden Ahmet Hamdi Akseki'ye hazırlattığı iki ciltlik "Yeni Hutbelerim" adlı kitapta dinsel konular tamamen dinsel kaynaklara uygun olarak anlatılmıştır. Bu konudaki en çarpıcı örnek, Atatürk'ün İslam dininin ana kaynağı Kur'an-ı Kerim'i en mükemmel şekilde tefsir ve tercüme ettirmiş olmasıdır. İlginçtir! Lise tarih kitabı için Türk Tarih Kurumu Başkanı Tevfik Bıyıklıoğlu'na bir uyarı mektubuyla "bilimsel talimatlar" veren Atatürk, Kur'an tefsiri ve tercümesi hazırlayacak olan Elmalılı Hamdi Yazır ve Mehmed Akif Ersoy'a da 7 maddelik "dinsel talimatlar" vermiştir. (23) Bu talimatlar arasında, ayetlerin arasındaki ilişkilerin gösterilmesi, ayetlerin iniş sebeplerinin kaydedilmesi, Hanefi fıkhına bağlı kalınması, ayetlerin işaret ettiği ilmi ve felsefi konularda bilgi verilmesi, Batılıların yanlış tercümeleri konusunda gerekli açıklamaların yapılması gibi önemli dinsel noktalar vardır. (24) Atatürk'ün bu dinsel talimatlarının da "akılcı" olduğu görülmektedir. Atatürk'ün bilimin ve dinin yeri konusundaki düşüncesinin özü şudur: Camide din, Kur'an kursunda din, din kitabında ve din dersinde (hurafelerden uzak şekilde) din; buna karşın çağdaş okulda bilim, tarih kitabında bilim, matematik ve fizik dersinde sadece bilim. Bu durum bir din-bilim çatışması doğurmaz mı Osmanlı'daki gibi iki farklı nesil ortaya çıkmaz mı diye sorulabilir. Aslında Atatürk bunun da önlemini almıştır: Bir taraftan toplumsal hayatta bilimin kapsayıcılık alanını sürekli genişletirken ve dini eğitimin yerine ulusal ve çağdaş eğitime ağırlık verirken, diğer taraftan anlaşılan, akılcı ve sade bir din anlayışının gelişmesi için çaba sarf etmiştir. Atatürk Türk Ocağı yetkililerine yaptığı bir konuşmada devrimin temel ilkesinin "dini" değil "milli" eğitim olduğunu şöyle ifade etmiştir: "Eğitim ya milli olur, ya dini olur; biz dini eğitimi aileye bıraktık. Milli eğitimi de devlete aldık." (25)

Kaynaklar:

(1) Celal Şengör, Aptalı Tanımak, 4. bas, İstanbul, 2015, s. 98.

(2) Celal Şengör, Aptalı Tanımak, 4. bas, İstanbul, 2015, s. 131.

(3) Celal Şengör, Aptalı Tanımak, 4. bas, İstanbul, 2015, s. 161.

(4) Sinan Meydan, Panzehir, s. 79.

(5) Doğu Perinçek, Atatürk, Din ve Laiklik Üzerine, İstanbul, 1995, s. 219.

(6) A. Afet İnan, Atatürk'ten Mektuplar, Ankara, 1989, s. 20.

(7) Ayrıntılar için bkz. Meydan, Bir Ömrün Öteki Hikayesi, Atatürk ile Allah Arasında, s. 237-242.

(8) Atatürk'ün bu yazıları incelendiğinde, L. Caetani'nin "İslam Tarihi"nden izler
taşıdığı görülmektedir. Ayrıca Atatürk'ün bu yazıları yazarken Afet İnan'a L. Caetani'nin "İslam Tarihi"nden bazı bölümleri çevirtmesi, onun Caetani'yi kaynak olarak kullandığını kanıtlamaktadır. Çeviriler için bkz. Perinçek, Doğu Perinçek, Atatürk, Din ve Laiklik Üzerine, İstanbul, 1995, s.
252-266.

(9) Sinan Meydan, Panzehir, s. 80.

(10) Doğu Perinçek, Atatürk, Din ve Laiklik Üzerine, İstanbul, 1995, s. 234, 235.

(11) Doğu Perinçek, Atatürk, Din ve Laiklik Üzerine, İstanbul, 1 995, s. 245, 246.

(12) Tarih II, Kemalist Eğitimin Tarih Dersleri (1931-1941), 4. bas., İstanbul, 2005, s. 91.

(13) Tarih II, Kemalist Eğitimin Tarih Dersleri (1931-1941), 4. bas., İstanbul, 2005, s. 90.

(14) Tarih II, Kemalist Eğitimin Tarih Dersleri (1931-1941), 4. bas., İstanbul, 2005, s. 92.

(15) Tarih II, Kemalist Eğitimin Tarih Dersleri (1931-1941), 4. bas., İstanbul, 2005, s. 92.

(16) Tarih II, Kemalist Eğitimin Tarih Dersleri (1931-1941), 4. bas., İstanbul, 2005, s. 92.

(17) Sinan Meydan, Panzehir, s. 78-86.

(18) Atatürk’ün Söylev ve Demeçler, s. 11,90.

(19) Ethem Ruhi Fığlalı, Atatürk ve Din, Millî Eğitim, Ankara-1981, s.134-135.

(20) Enver Ziya Karal, Atatürk’ten Düşünceler, Ankara-1969, s.66-61.

(21) Sadi Borak, Atatürk ve Din, İstanbul-1962, s. 33.

(22) Atatürk'ün Söylev ve DemeçIeri, C. II, s. 131, 132.

(23) Sinan Meydan, Panzehir, s. 85.

(24) Sinan Meydan, Akl-ı Kemal, Atatürk'ün Akıllı Projeleri, (5 cilt bir arada), s. 898, 899.

(25) Niyazi Ahmet Banoğlu, Nükte ve Fıkralarla Atatürk, 2. bas., İstanbul, 1978, s. 680, 681.

29 Mayıs 2019 Çarşamba

Atatürk, Kur'an'dan "Araboğlu'nun Yaveleri" Diye Söz Etti Yalanı


Karabekir'in, Atatürk'le ilgili çok tartışılan iddialarından biri de Kur'an tercümesiyle ilgilidir. 15 Ağustos 1923 Çarşamba günü Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi (Tanrıöver) Darü'l Muallim'in salonunda bir heyeti ilmiye toplantısı düzenlemiştir. İki gün önce yeniden TBMM Başkanı seçilen Atatürk'ün "şeref misafiri" olarak katıldığı toplantıya Köprülüzade Fuat ve İsmail Hakkı (Baltacıoğlu) gibi Darülfünun hocaları yanında Kazım Karabekir de davetlidir. Vakit gazetesinin haberine göre o toplantıda Kur'an tercümesi konusu da konuşulmuştur: "(...) Kuran-ı Kerim'in tefsir ve tercümesi üzerine saatlerce süren münakaşalar yapıldı. (...) Hamdullah Suphi Bey, Gazi'yi ve hazır bulunanlan çaya davet ettiler. Gazi Paşa, 'Bu münakaşa çaydan daha tatlı! Burada oturmama müsaade ediniz, dediler ve münakaşaya devam ettiler. (...) Gazi Paşa, yine Kuran tefsiri bahsine döndüler. Münakaşalar gene kızıştı ve tam beş buçuk saat geç vakte kadar bu dostluk muhitinde, büyük kahramanlanmızın muhabbet ve samimiyeti içinde, mesut dakikalarda hislendik..." (1) (2) (3) (4) Karabekir'in, Atatürk'le ilgili aşağıdaki iddiaları işte bu toplantıya dayalıdır. Karabekir'e göre Kur'an'ın Türkçeye tercüme konusunun tartışıldığı o toplantıda Şeriye Vekili ve Konya milletvekili Hoca Vehbi Efendi ve diğer sözüne güvendiği bazı zatlar Karabekir'e şunları söylemiştir: "Gazi Kuran-ı Kerim'i bazı İslamlık aleyhtan zübbelere tercüme ettirmek arzusundadır. Sonra da Kuran'ın Arapça okunmasını namazda bile yasaklayarak bu tercümeyi okutacak ve zübbelerle işi alaya boğarak güya Kuran'ı da, İslamlığı da (ortadan) kaldıracaktır." (5) (6)
Karabekir bu toplantıda bir ara Atatürk'ün hiddetlenerek bütün içini ortaya döktüğünü belirtmiştir! Karabekir'in iddiasına göre Atatürk şunları söylemiştir: "...Evet, Karabekir, Araboğlu'nun yavelerini Türk oğullarına öğretmek için Kur'an'ı Türkçeye tercüme ettireceğim ve böyle de okutturacağım. Ta ki budalalık edip aldanmakta devam etmesinler... (7) İşte Karabekir'in bu iddiaları, 1930'lardan beri özellikle Atatürk düşmanlarının ağzında sakız olmuştur. Atatürk düşmanları bu sakızı sürekli şişirip büyük bir gürültüyle patlatmışlardır. Malum çevreler, "Din düşmanı! Kur'an düşmanı!" Atatürk algısı yaratırken en çok Karabekir'in bu iddialarından yararlanmışlardır. Örneğin, Burhan Bozgeyik, "Mehmed Akif, M. Kemal'in liderliğini yaptığı Birinci Grup'un tavırlarını tasvip etmiyordu. Onlara ve dolayısıyla M. Kemal'e muhalifti. Ancak onun M. Kemal'le kavgasının temel sebebi Kur'an'a karşı takınılan tavırdı. Kazım Karabekir Paşa, bu tavır için şu bilgileri verecekti," dedikten sonra Karabekir'in yukarıda yer verdiğim iddialarını -peşinen doğru kabul ederek- sıralamıştır. (9) Atatürk'ün din/İslam düşmanlığını kanıtlamak isteyen Atatürk ve Cumhuriyet düşmanları, Karabekir'in, "Atatürk Kur'an'a 'Araboğlu'nun yaveleri' dedi iddiasını hiç sorgulamadan adeta bir kutsal kitap sözü gibi peşinen doğru kabul etmişlerdir.


İDDİAYA CEVAP

Peki ama Karabekir'in bu meşhur iddialarının doğruluk payı nedir?
Sırayla gidelim:
Bir: Karabekir'in, "Gazi Kur'an-ı Kerim'i bazı İslamlık aleyhtarı zübbelere tercüme ettirmek arzusundadır!" iddiasını her şeyden önce tarih çürütmüştür. Çünkü bilindiği gibi Gazi, Kur'an-ı Kerim'i "İslamlık aleyhtarı zübbelere" değil, İslam'ı en iyi bilen Mehmed Akif (Ersoy)'e ve Elmalılı Hamdi (Yazır)'ye tercüme ve tefsir ettirmek istemiştir. Daha önce de değindiğim gibi Atatürk'ün Kur'an tercümesinden beklediği amaç toplumu "dinsizleştirmek" olmadığı gibi "dindarlaştırmak" da değildir. Burada Atatürk'ün temel amacı, büyük bir çoğunluğu Müslüman olan Türk toplumunun kutsal kitabını okuyup anlamasını sağlamaktır. Çünkü düşünmek ve sorgulamak, doğruyu yanlıştan ayırmak ve kandırılmamak için önce anlamak gerekir. Anladıktan sonra düşünerek dine bağlanmak veya düşünerek dinden uzaklaşmak ise tamamen insanların kendi bileceği iştir.
İki: Karabekir'in, Atatürk "Kur'an'ın Arapça okunmasını namazda bile yasaklayarak bu tercümeyi okutacak!" iddiasını da yine tarih çürütmüştür. Bilindiği gibi Atatürk namazda Arapça Kur'an okunmasını hiçbir zaman yasaklamamıştır.
Üç: Karabekir'in Atatürk'ten duyduğunu iddia ettiği, "Araboğlu'nun yavelerini Türk oğullarına öğretmek için Kur'an'ı Türkçeye tercüme ettireceğim..." biçimindeki ifadelere gelince ...İleride kanıtlayacağım gibi bu ifadeler Atatürk'e ait değil, Karabekir'in uydurmasıdır. Ama varsayalım ki Atatürk'e aittir! Bu cümleyi kurgulayan Karabekir -belki farkında değil- ama aslında bu cümle, anafikir olarak, Atatürk'ün Kur'an tercümesinden beklediği amacı özetler nitelikte bir cümledir. Çünkü Türkler maalesef yüzyıllardır Allah ile, Kur'an ile aIdatıImıştır. Türk insanının anlamadığı Arapça Kur'an, Atatürk'ün ifadesiyle "din oyunu aktörleri" tarafından bir aldatma aracı olarak kullanılmıştır. Atatürk, Arapça Kur'an'ı Türkçeye tercüme ettirerek Türk halkının Kur'an'ı anlamasını, böylece "budalalık edip aldanmakta devam etmemesini" amaçlamıştır.
Dört: Atatürk'ün, Kur'an-ı Kerim'i "Araboğlu'nun yaveleri!" diye adlandırmış olduğu iddiasına gelince: Normalde Atatürk, yüzyıllardır Türklerin Kur'an'ı anlamadan Arapça okumalarına ve bu topraklarda Arapça Kur'an'ın yüzyıllardır bir "aldatma aracı" olarak kullanılmasına duyduğu büyük tepkiyi en etkili şekilde dile getirmek için böyle bir ifade kullanmış olabilir. (10) Çünkü gerektiğinde bu tarz, muhatabını sarsıcı ifadeler kullanmak Atatürk'ün etkili anlatım yöntemlerinden biridir. Ancak Karabekir gibi huyunu suyunu bildiği muhafazakar geçinen birinin yanında -yöntem gereği de olsa- Kur'an'dan böyle söz etmesi her şeyden önce Atatürk'ün o meşhur stratejisine uygun değildir.
Beş: Olayla ilgili Karabekir'in yazdıklarıyla Vakit gazetesinin haberinde yazılanlar (Kur'an tercümesi konusunun tartışılması, olayın tarihi ve yeri dışında) birbirine uymamaktadır. Karabekir'in yazdıklarına göre kendisi Atatürk'le yüksek tonda bir tartışmaya girmiştir! Kur'an'ın tercümesinin "Rastgele şunun bunun içinden çıkabileceği basit bir iş olmadığı gibi, kötü politika zihniyetinin de işi karıştırabileceği göz önüne alınarak" hareket edilmelidir, diyerek Atatürk'ü uyarmıştır. (11) Yine Karabekir'e göre Atatürk bir ara öfkelenip o meşhur "Arapoğlu'nun yavelerini!" cümlesini kurmuştur! Vakit gazetesinin haberine göre ise tartışmada Atatürk'ün hiç de öyle öfkeli, sinirli bir hali yoktur. Öyle ki, kendisini çaya davet eden Hamdullah Suphi Bey'e, "Bu münakaşa çaydan daha tatlı!" yanıtını verip "münakaşaya" devam edecek kadar rahattır, sakindir. Gazeteye göre tartışmalar "dostluk muhitinde", "muhabbet ve samimiyeti içinde" geçmiş ve oradakileri de "mesut dakikalarda hislendirmiştir". Osman Selim Kocahanoğlu'nun dediği gibi: "Bu sözler ancak öfke ve şiddetin zirvesinde söylenebilir. Mustafa Kemal acaba bu sözleri söylemiş midir? Söylemişse hangi bağlama getirmiştir? Veya aynen böyle mi söylemiştir? ilim Heyeti önünde yaşanan tartışmayı gören Maarif Vekili Hamdullah Suphi ile Ruşen Eşref yanlarına gelerek, 'Paşam çaylar hazır, sofrada herkes sizi bekliyor,' diye tartışmayı sona erdirirler. Karabekir'in, 'Berbat şekle dönüştü, ' dediğine bakılırsa, nezaket dışı bir ağız dalaşı olmuşa benzer... Ne Hamdullah Suphi ne Ruşen Eşrefin anılarına geçmeyen; gazetelere yansımayan bu cümle cemaat tarihçilerinin tektir lügatine buralardan girmiştir..." (12)


Kısacası Atatürk'ün o toplantıda Kur'an'a saldıracak kadar öfkelendiğine ilişkin elimizde -Karabekir'in olaydan yıllar sonra yazdıkları dışında- hiçbir kanıt yoktur. Tam tersine bu olayla ilgili elimizdeki tek kanıt durumundaki Vakit gazetesinin haberide Karabekir'i adeta tekzip etmektedir.
Altı: Olayın meydana geldiği tarih de Karabekir'in iddialarını çürütmektedir. 15 Ağustos 1923 tarihi Atatürk'ün, herkesin içinde uluorta Kur'an'la ilgili dedikodu malzemesi olabilecek şeyler söylemeyeceği kadar erken bir tarihtir. Atatürk'ün en önemli özelliklerinden biri radikal düşüncelerini yeri ve zamanı gelmeden önce asla açıklamamasıdır. "Nutuk"ta bu özelliğini bizzat itiraf etmiştir. Daha cumhuriyetin bile ilan edilmediği, halifeliğin kaldırılmadığı, hanedanın yurtdışına sürgün edilmediği, tekke ve zaviyelerin, medreselerin kapatılmadığı; kısacası neredeyse hiçbir radikal devrimin yapılmadığı bir ortamda Atatürk'ün
-nabız yoklamak amacıyla bile olsa- Kur'an'a yönelik bu tür sözler söylemesi her şeyden önce onun meşhur taktisyenliğine aykırıdır.
Yedi: Karabekir'in iddialarının Karabekir'den başka tanığı yoktur. Oysa ki o günkü Kur'an tercümesi tartışmasında Karabekir ve Atatürk baş başa değildir: Toplantıda Köprülüzade Fuat, İsmail Hakkı (Baltacıoğlu), Hamdullah Suphi (Tanrıöver) ve Ruşen Eşref (Ünaydın) gibi daha pek çok önde gelen, eli kalem tutan insanlar da oradadır. Ancak ne hikmetse onlardan hiçbiri, Atatürk'ün o gün orada Karabekir'in iddia ettiği gibi Kur'an'la ilgili olumsuz şeyler söylediğine ilişkin tek bir satır bile yazmamıştır. (13)
Sekiz: Karabekir'in bu iddialarını yine Karabekir'in bizzat kendisi çürütmüştür. Şöyle ki: Karabekir, Atatürk'le ilgili bu iddialarına, olayın üstünden yaklaşık on yıl geçtikten sonra -öfkeyle- yazdığı kitabında yer vermiştir. Ancak son zamanlarda bir de Karabekir'in günlükleri ortaya çıkmıştır. Fakat ne ilginçtir ki, Karabekir'in günlüklerinde ne 15 Ağustos 1923 tarihinde ne de başka bir gün yazılmış böyle bir not vardır. Karabekir o gün günlüğüne aynan şunları yazmıştır: "...15 Ağustos 1923 Çarşamba. Heyet-i İlmiye'nin son müzakeresinde bulundum. Kitap bayramı teklifimi kabul ettiler. Akşam Maarifin ziyaretine beni çağırdılar. Terbiye mütehassısı İsmail Hakkı ile Köprülü Fuat Beylerle din ve ahlak ve terbiye hususunda görüştük, mütalaamı kabul ettiler..." (14)

Görüldüğü gibi Karabekir'in günlüklerinde, on yıl sonra -Atatürk'le yolları ayrılınca- ortaya atacağı (uyduracağı) iddialardan hiçbir eser yoktur. Günlüklerinde o gün Atatürk'le tartıştığına veya bu tartışmada Atatürk'ün öfkelendiğine ilişkin tek bir satır yoktur. Karabekir, tüm günlük tutanlar gibi, başından geçen, onda birazcık olsun iz bırakan bütün önemli olayları birkaç satırla da olsa günlüklerine kaydettiğine göre, Atatürk'ün Kur'an'a yönelik yukarıdaki "aykırı" ifadelerini -özetleyerek de olsa- sıcağı sıcağına günlüğüne neden yazmamıştır? On yıl sonra anılarını yazarken geçmiş olayları bu günlüklerinden izleyen Karabekir, nasıl olmuş da on yıl önce sıcağı sıcağına günlüğüne yazmaya gerek görmediği bir olayı on yıl sonra noktasına, virgülüne kadar anımsayıp kitabına yazabilmiştir? (15) "Görülür ki kendi notları ile zerzevat tarihçilerinin İnkılap Tarihi saydığı 'Nutuk'a Cevaplar' arasında hiçbir mutabakat yok... Yani ajandasına (günlüğüne) yazdıkları on sene sonra yazdığı anılarını tekzip ediyor; olayları çarpıtma, cümleleri uydurma ve kurgulama becerisi yeterli düzeyde..." (16)

Kaynaklar:

(1) Vakit, 17 Ağustos 1923.

(2) Hakimiyet-i Milliye, 16 Ağustos 1923.

(3) Atatürk'ün Bütün Eserleri, C. 16, s. 85.

(4) Osman Selim Kocahanoğlu, Atatürk-Karabekir Kavgası, Kurtuluş, Kuruluş ve Sonrası, 2. bas., İstanbul, 2013, s. 440.

(5) Karabekir, Nutuk'a Cevaplar, s. 3823.

(6) Uğur Mumcu, Kazım Karabekir, İstanbul, 1990, s. 93, 94. Burada geçen "zübbeler" ifadesi Uğur Mumcu'da "kimseler" olarak yer almıştır.

(7) Karabekir, Nutuk'a Cevaplar, C. 12, s. 3824.

(8) Uğur Mumcu, Kazım Karabekir, İstanbul, 1990, s. 93, 94.

(9) Burhan Bozgeyik, Mustafa Kemal'e Karşı Çıkanlar, İstanbul, 1996, s. 236.

(10) Sinan Meydan, Panzehir, s. 29-91.

(11) Karabekir, Nutuk'a Cevaplar, C. 12, s. 3824.

(12) Osman Selim Kocahanoğlu, Atatürk-Karabekir Kavgası, Kurtuluş, Kuruluş ve Sonrası, 2. bas., İstanbul, 2013, s. 442.

(13) Sinan Meydan, Panzehir, s. 93-112.

(14) Kazım Karabekir, Günlükler, C ll, İstanbul, 2009, s. 871.

(15) Sinan Meydan, Panzehir, s. 93-112.

(16) Osman Selim Kocahanoğlu, Atatürk-Karabekir Kavgası, Kurtuluş, Kuruluş ve Sonrası, 2. bas., İstanbul, 2013, s. 443.




















Atatürk Ezanı, Kur’an'ı ve İbadet Etmeyi Yasakladı Yalanı

Bir çok Atatürk düşmanı Atatürk döneminde ibadet etmenin, ezanın okunmasının, Kur’an okunmasının yasak olduğunu söyler. Ama Atatürk dönem...