28 Mayıs 2019 Salı

Atatürk'ün Hz. Muhammed Hakkındaki Sözleri


Müslüman olduğundan iftiharla bahseden Gazi Mustafa Kemal’in, İslâm dininden olduğu gibi, Hz. Peygamber’den de sitayişle ve hürmetle bahsettiği pek çok sözü vardır.

Hz. Peygamber’den bahsederken O hep, genellikle “Cenab’ı Peygamber”, “Peygamber Efendimiz”, “Fahr’i Kâinat Efendimiz” ve onun dönemi söz konusu olduğu zaman da “Peygamberimiz zaman-ı saadetlerinde” diyerek söze başlamıştır. (1)

Saltanatın kaldırılmasıyla sonuçlanan 30.10.1922 tarihli meclis müzakerelerinde yaptığı bir konuşmada; Hz. Peygamber’den sonra gelen Raşit halifelerin devlet başkanlığına seçilme usullerine temas etmiş ve konuşmanın bir bölümünde o gecenin mevlit kandiline isabet ettiğini belirtmiş ve Hz. Peygamber hakkında da şu cümleleri serdetmiştir:

“Bugün o gündür, Filhakika Arabi tarihlerinde bu akşam doğum gününün tamam yıl dönümüne rastlıyor. İnşallah bu hayırlı tesadüftür. (İnşallah sadaları). Hz. Muhammed çocukluk ve gençlik günlerini geçirdi. Fakat henüz peygamber olmadı. Yüzü nurani, sözü ruhanî, rüşd-i rüyette bedelsiz, sözünde sadık, hilm-ü mürüvvetçe başkalarına üstün olan Muhammed Mustafa, evvelâ bu hususî ve mümtaz vasıflarıyla kabilesi içinde Muhammed’ül Emin oldu. Ondan sonra ancak kırk yaşında nübüvvet, kırk üç yaşında risalet geldi. Fahr-i Alem Efendimiz namütenahi tehlikeler içinde, sonsuz mihnetler karşısında yirmi sene çalıştı ve İslâm dinini kurmaya ait peygamberlik vazifesini ifâya muvaffak olduktan sonra vefat etti." (2)

Gazi Mustafa Kemal’in yeryüzünde kendisinin en hayran olduğu kimse sorulduğunda şüphesiz ki hep “Hz. Muhammed”dir derdi. Onun devlet kurmaktaki yeteneğine hayrandı. Zira o hiç yoktan bir devlet kurmuştu.

Atatürk 30.10.1922 tarihli Meclis konuşmasının başlangıcında, peygamberlerin gönderilişindeki ilâhî usule, dinimizin son din ve Peygamber Efendimizin (sav) son peygamber oluşundaki hikmete temas ederken de şöyle diyor:

“Ey Arkadaşlar! Tanrı birdir, büyüktür. Adât-ı İlâhiyenin tecelliyatına bakarak diyebiliriz ki, insanlar iki sınıfta, iki devirde mütalaa olunabilir. İlk devir, beşeriyetin sabâvet ve şebabet devridir. İkinci devir, beşeriyetin rüşd ve kemal devridir. Beşeriyetin, birinci devrede tıpkı bir çocuk gibi, tıpkı bir genç gibi, yakından maddî vasıtalarla kendisiyle iştigal edilmeyi istilzam eder. Allah, kullarının lâzım olan nokta-i tekâmüle vüsülüne kadar, içlerinden vasıtalarla dahi kullarıyla, iştigali, lâzime-i ulühiyetten addeylemiştir Onlara Hz. Adem aleyhisselamdan itibaren mazbut ve gayr-ı mazbut bildirilen ve bildirilmeyen namütenahi denecek kadar çok nebiler, peygamberler ve resuller göndermiştir. Fakat Peygamberimiz (sav) vasıtasıyla en son dinin ve medeniyetin hakikatlerini verdikten sonra artık beşeriyetle bilvasıta temasta bulunmaya lüzum görmemiştir. Beşeriyetin derece-i idrak, tenevvür ve tekemmülü, her kulun doğrudan doğruya ilhamat-ı ilâhîye ile temas kabiliyetine vasıl olduğunu kabul buyurmuştur. Ve bu sebepledir ki, Cenab-ı Peygamber, Hâtemü’l Enbiya olmuştur ve kitabı, Kitâb-ı Ekmel’dir.” (3)


Atatürk’ün Peygamber Efendimiz (sav), dinimizi ve Kur’an hakkındaki sevgi, saygı, takdir ve inançlarını dile getiren ve bizzat kendi ağzından çıkan sözlerini çoğaltmak mümkündür. 
Hz. Peygamber’in (sav) askerî dehası, sevk ve idaredeki başarısını en iyi takdir eden her halde Gazi Mustafa Kemal’dir. Onun değerlendirmelerine Ord. Prof. Şemseddin Günaltay Hoca’nın hatıralarında rastlamaktayız. Şemseddin Günaltay Bey şöyle demektedir: Atatürk, İnönü’ye dönerek; “Hz. Muhammed’i bana, cezbeye tutulmuş sönük bir derviş gibi tanıttırmak gayretine kapılan bu gibi cahil adamlar, onun yüksek şahsiyetini ve başarılarını asla kavrayamamışlardır. Anlamaktan da çok uzak görünüyorlar. Cezbeye tutulmuş bir derviş, Uhud muharebesinde en büyük bir komutanın yapabileceği bir plânı nasıl düşünür ve tatbik edebilir?” der ve önündeki kâğıda Uhud harbinin plânını çizer, İnönü’ye uzatır. Her iki tarafın kuvvet ve durumlarını, alınan tedbirleri, savaştan önceki ve sonraki durumları büyük bir vukufa izah ettikten sonra İnönü’ye; “O zaman orada siz komutan olsaydınız, bundan başka mı hareket ederdiniz?” der. İnönü de aynen tasdik eder. Bunun üzerine Atatürk gözlerini tekrar Günaltay’a çevirerek şöyle der: "Tarih, hakikatleri tahrif eden bir sanat değil, belirten bir ilim olmalıdır. Bu küçük harpte bile askerî dehası kadar siyasî görüşüyle de yükselen bir insandı. Cezbeli bir derviş gibi tasvire yeltenen cahil serseriler, bizim tarih mesaimize kalamazlar. Hz. Muhammed, bu harp sonunda çevresindekilerin direnmelerini yenerek ve kendisinin yaralı olmasına bakmayarak, galip düşmanı takibe kalkışmamış olsaydı, bugün yeryüzünde Müslümanlık diye bir varlık görülemezdi.”(4)

"Muhammed Mustafa, peygamber olmadan evvel kavminin sevgisine, saygısına, güvenine erişti. Ondan sonra ancak kırk yaşında nübüvvet ve kırk üç yaşında risâlet geldi. Fahrıâlem Efendimiz, sonsuz tehlikeler içinde, tükenmez sıkıntılar ve zorluklar karşısında yirmi sene çalıştı ve İslâm dinini kurmağa ait peygamberlik görevini yapmayı başardıktan sonra gökyüzünün ve cennetin en yüksek katına erişti." (5)


"O, Allah’ın birinci ve en büyük kuludur. Onun izinde bugün milyonlarca insan yürüyor. Benim, senin adın silinir, fakat sonsuza kadar O, ölümsüzdür." (6)
  
"Musa, cahiliyet devrinde "Evâmir-i aşere"*siyle insanlığa erdem dersleri vermiştir. Musa ile Muhammed’in arasını yüzyıllar doldurmuştur. İnsanlık son bedeviyet döneminde, ne de olsa ilerlemiştir. Hazret-i Muhammed, Musa döneminin din görüşlerindeki hurafeleri kısmen atmayı başarmıştır." (7)

1923 yılında Balıkesir Zağnos Paşa Camii’nde minberden söylemiştir: 
" Peygamberimiz Efendimiz Hazretleri, Cenab-ı Hak tarafından insanlara dinî gerçekleri bildirmeye memur ve elçi olmuştur. Ana yasası, hepimizce bilinir ki, şanı büyük olan yüce Kur’an’daki naslardır*. İnsanlara gelişme ve aydınlanma ışığı vermiş olan dinimiz, son dindir, en eksiksiz dindir; çünkü dinimiz akla, mantığa, gerçeğe tamamen uyuyor ve uygun düşüyor. Eğer akla, mantığa ve gerçeğe uymasaydı, bununla diğer ilâhî doğa yasaları arasında karşıtlık olması gerekirdi; çünkü bütün evren yasalarını yapan Cenab-ı Haktır." (8)


Büyük bir devrim yaratan Muhammed’e karşı beslenilen sevgi, ancak onun ortaya koyduğu fikirleri, esasları korumakla belirmesi gerekti. Peygamber ölür ölmez düşünülecek şey, onu bir an evvel toprağa vermek değil, yaratmış olduğu devrimi güven altına almaktı. Bu da, yerine evvelâ devrimi kavramış en yakın bir arkadaşını geçirerek baş gösterecek tehlikeleri önlemekle olurdu. Devrimi kavramış ve ona bütün varlığıyla bağlanmış böyle bir halef seçtikten sonradır ki onun gömülmesi düşünülebilirdi. O zaman, beş on akraba ile değil, bütün kendisine bağlananların katılımıyla ve şanına lâyık bir törenle fâni cesedi ebedî istirahat yerine bırakılırdı… Ne Ali, ne de diğer Hâşimoğulları bunu düşünemediler. Bu gerçeği o zaman ancak üç büyük insan kavramıştır: Ebubekir, Ömer ve Ebu Ubeyde. Tarih olaylarının gelişimi, Müslümanlığın bu üç büyük insanın girişim ve gayretleriyle kurtulmuş olduğunu meydana koymuştur. Devrimin bu üç siması, yaratıcısı kadar büyük insanlardır. (9)

Atatürk'ün ölmeden 15 gün kadar önce dünyadaki müslümanlara gönderdiği mesajında şunları dile getiriyor:
"Bütün Dünya'nın Müslümanları, Allah'ın son peygamberi Hz. Muhammed'in (s.a.v) gösterdiği yolu takip etmeli ve verdiği talimatları tam olarak tatbik etmeli. Tüm Müslümanlar Hz. Muhammed’i örnek almalı ve kendisi gibi hareket etmeli. İslamiyet'in hükümlerini olduğu gibi yerine getirmeli; zira, ancak bu şekilde insanlar kurtulabilir ve kalkınabilir." (10)



Mustafa Kemal, İslâm Peygamberi Hz. Muhammed hakkında oldukça hürmetkar ve sitayişkâr ifadeler kullanır. Onun insanlık tarihinin en seçkin ve dahi kişisi olduğunu söyler. Daveti ve tebliğ hizmeti mücadelesi hakkında geniş bilgiler verir. İşte O’nun Hz. Peygamberle ilgili görüşlerinden bir kesit:

Son peygamber olan Muhammed Mustafa (S.A.S.) 1394 yıl önce Rûmi Nisan ayı içinde Rebiulevvel ayının Onikinci Pazartesi gecesi sabaha doğru tan yeri ağarırken doğdu. Gün doğmadan… Bugün o gündür. İnşallah büyük tesadüftür. Gerçekten Arap tarihiyle bu akşam doğum gününün yıldönümüne rastlıyor. Hz. Muhammed, çocukluk ve gençlik günlerini geçirdi. Fakat henüz Peygamber olmadı. Yüzü nurlu, sözü ruhani, olgunluk ve görünüşte eşsiz, sözünde doğru, yumuşak huylu ve insanlıkta ötekilere üstün olan Muhammed Mustafa önce bu özel vasıflar ve seçkinliğiyle kabilesi içinde “Muhammedü’l-emin” oldu. Muhammed Mustafa, Peygamber olmadan önce kavminin sevgisine, saygısına, güvenine ulaştı. Ondan sonra ancak kırk yaşında nübüvvet ve kırküçüncü yaşında risûlet geldi. Fahriâlem Efendimiz sonsuz tehlikeler içinde bitmez sıkıntı ve zorluklar karşısında yirmi yıl çalıştı ve islâm dinini yerleştirmek için peygamberlik görevini yapmayı başardıktan sonra cennetin en yüksek tabakasına ulaştı. Kendisinin irşadına ulaşmış olan müslümanlar ve özellikle seçkin sahabe pek çok gözyaşı döktüler. Fakat insanlık gereği olan bu üzüntülü durumun faydasız olduğunu hemen anlayan anlayışlı kişiler. Peygamberin arkasından ağlamak değil, ümmetin işlerini bir an önce güzel yürütmeye ulaştıracak tedbiri almak inancıyla toplandılar. Resûl-i Ekrem’e halife olacak bir emir seçilmesi söz konusu edildi. Hz. Peygamberi dostu olan Hz. Ebubekir’den şahsen çok hoşlanırdı. Son nefeslerini yaşarken Ebubekir’in kendisine halef olmasının uygun olacağını değişik şekillerde işaret de buyurmuşlardı.” (11) (12)

Atatürk bu söylevinde İslâm Peygamberi’nin hayatını ve dini tebliğ çalışmalarını veciz bir şekilde ortaya koymaktadır. Siyer kitaptan ve İslâm tarihi kaynaklarının genel anlatımı çerçevesinde kalan bu açıklaması ile Hz. Peygamber’in hayatını ve ilk devir İslâm tarihini teferruatıyla bildiğini göstermektedir. Ancak O’nun bilgilerinin de bir takım kaynakları vardır. 


Gazi Mustafa Kemal, hurafelerden uzak, akla ve ilme önem veren gerçek din anlayışının yeniden cemiyetimizde canlandırılması için birçok faaliyetlerde bulunmuştur. Bir konuşmasında bu faaliyetleri niçin yaptığını şöyle açıklamıştır:

“İlk olarak Kur’an’ın dilimize çevrilmesini istedim. Bu da ilk defa olarak Türkçeye çevriliyor. Hz. Muhammed’in (sav) hayatına ait bir kitabın çevrilmesini de emrettim.” (13)

Kur’an’ın halka öğretilmesi ve açıklanması çalışmaları Gazi Mustafa Kemal’in dine olan inancının ve dine hizmet anlayışının açık bir göstergesidir. O döneme kadar Türkçeye çevrilmeyen Kur’an, ilk olarak Atatürk zamanında Türkçe tercüme ve tefsir edilmiş, bedava bastırılarak halka dağıtılmış ve bununla toplumun Kur’an’ı anlaması ve ondan öğüt alması hedeflenmiştir.

“Kur’an’dan öğrendiğimize göre, Hz Muhammed hiç değişmeden yaşamış bir insan değildi; o da hayat ve hadislerin zaruri icapları karşısında âdeta hergün değişmiştir.” (14)

“Hz Muhammed, ihtida (dininden dönerek müslüman olma) Allah’ın resulüyüm diyerek ortaya çıkmamıştır; bunu düşünmemiştir. Bu düşünce, senelerce mücadele ettikten sonra kendisinde hasıl olmuştur." (15)

Not 1: Atatürk Kur'an-ı 7 yaşında hatmetmiş, 8 yaşında hafız olmuştur. (16)

Not 2: Atatürk  Cumhuriyet kurulduktan sonra da Kur'an okumuştur. Hatta Atatürk'ün özel hafızı bile vardır. (17) (18) (19) (20) (21)

Not 3: Kazım Karabekir'in hatıralarında Atatürk'ün Hz Muhammed hakkında kötü sözler söylediği bazılarınızca bilinmektedir. Bu hatıralar ve Atatürk'ün Hz Muhammed hakkında kötü söz söylediği yalandır. (22) (23)

Kaynaklar:

(1) Prof. Dr. İsmail Yakıt, Diyanet Avrupa Aylık Dergi, Sayı:55 (Kasım 2003), s.20-21

(2) Sadi Borak, Atatürk ve Din, İstanbul, 1962, s. 17

(3) Atatürk’ten Düşünceler, Enver Ziya Karal, s.65

(4) Atatürk, Anekdot-Anılar, K. Arıburnu, Ankara 1960, s.166

(5) 1922 Atatürk’ün S.D.l, s. 262-263

(6) 1926 Ali Rıza Ünal, Atatürk Hakkındaki Anılarım, Türkiye Harb Malûlü Gaziler Dergisi, Sayı: 158, 1969, s. 23

(7) Asaf İlbay, Tan gazetesi 13. 7. 1949

(8) 1923 (Atatürk’ün S.D.11, s. 94)

(9) 1930 Şemsettin Günaltay, Ülkü Dergisi, Cilt:9, Sayı: 100, 1945, s.4

(10) Prof. Dr. Hanif Fauk, Urduca Yayınlarda Atatürk, A.Ü. Dil. ve Tarih-Coğrafya Fak. Yayınları, Ankara 1979, s. 102

(11) Nutuk-Söylev, Il.cilt, Ankara, T.T.K. Yayınları, 1989, Atatürk Araştırma Merkezi Yayını, s.106-108.

(12) Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, s. 106-108.

(13) 1933 Abdülkadir İnan, İki Hatıra, Türk Dili Dergisi, TDK, Sayı: 74, 1957, s. 66

(14) Şerafettin Turan, Atatürk’ün Düşünce Yapısını Etkileyen Olaylar, Düşünürler, Kitaplar, Türk Tarih Kurumu Yayınevi, Ankara 1989, s. 35

(15) Şerafettin Turan, Atatürk’ün Düşünce Yapısını Etkileyen Olaylar, Düşünürler, Kitaplar, Türk Tarih Kurumu Yayınevi, Ankara 1989, s. 35

(16) Sinan Meydan, Akl-ı Kemal, Cilt 4

(17) Bakış, Kasım, 1970

(18) Sinan Meydan, Akl-ı Kemal, Cilt 4

(19) Hafız Yaşar Okur, Atatürk'le 15 Yıl Dini Hatıralar.

(20) Osman Ergin, Türk Maarif Tarihi. Cilt: 5, İstanbul 1943, s. 1520, 1522

(21) Atatürk’le On Beş Yıl. Dini Hatıralar, Sabah Yayınları, İstanbul, 1962. s. 10,11

(22) Sinan Meydan, Paznehir, s. 93-112

(23) Sinan Meydan, Atatürk ile Allah Arasında 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Atatürk Ezanı, Kur’an'ı ve İbadet Etmeyi Yasakladı Yalanı

Bir çok Atatürk düşmanı Atatürk döneminde ibadet etmenin, ezanın okunmasının, Kur’an okunmasının yasak olduğunu söyler. Ama Atatürk dönem...